Türkiye'de eğitim dünyasında yaşananlar üzerine fikirler
Günümüzde öğrenciler, bilgiye erişimin hiç olmadığı kadar kolay olduğu bir çağda yaşıyor. Çünkü internet, dijital kütüphaneler, çevrim içi ders platformları ve sosyal medya aracılığıyla artık neredeyse her konu hakkında saniyeler içinde bilgi edinmek mümkün. Eskiden yalnızca kitaplardan ya da öğretmenlerden öğrenilebilen bilgiler, bugün birkaç tıklamayla ulaşılabilir hale geldi. Ancak bu kolaylık, paradoksal biçimde öğrenme isteğini artırmak yerine çoğu zaman azaltıyor. Özellikle lise ve üniversite dönemlerinde birçok öğrenci “Neden çalışıyorum?” veya “Bunun bana ne faydası olacak?” gibi sorularla kendi motivasyonunu sorguluyor. Bu durum sadece bireysel bir tembellikten değil; sistemsel, psikolojik ve toplumsal nedenlerle şekillenen karmaşık bir tablodan kaynaklanmaktadır. Şimdi bu durumu yaratan temel nedenlere yakından bakalım.
Türkiye’de öğrenciler ilkokuldan itibaren sürekli bir sınav maratonunun içinde büyüyor. LGS, YKS, KPSS, ALES, DGS gibi sınavlar; öğrenme sürecini meraktan çok zorunluluğa dönüştürüyor. Bu durumda “öğrenme arzusu” değil, “puan alma zorunluluğu” öne çıkıyor. Sonuç olarak öğrenciler, dersleri bilgi edinme aracı olarak değil, aşılması gereken bir engel olarak görmeye başlıyor ve içsel öğrenme motivasyonu giderek kayboluyor. Bu da eğitim sürecini bir keşif yolculuğu olmaktan çıkarıp stresli bir yarışa dönüştürüyor.
Motivasyon kaybını derinleştiren bir diğer unsur ise geleceğe dair belirsizliktir. Üniversite mezunu işsizlerin sayısının artması ve çalışan mezunların büyük bölümünün aldıkları ücretlerle iyi bir yaşam standardına ulaşamaması, öğrencilerde “Okusam da ne olacak?” duygusunu besliyor. Mezuniyetin artık bir başarı değil, hatta çoğu zaman bir başlangıç noktası bile olamadığı düşüncesi; gençlerde umutsuzluk ve gelecek kaygısını artırıyor. Bu duygular da öğrenme isteğini zayıflatarak öğrenciyi pasif bir konuma itiyor.
Diğer yandan dijital çağın sunduğu sınırsız bilgi, beraberinde ciddi bir dikkat dağınıklığını da getiriyor. Sosyal medya, sürekli uyarı bombardımanı ve kısa dikkat süreleri; öğrencilerin derinlemesine odaklanmasını giderek zorlaştırıyor. Öğrenciler bilgiye kolayca erişebiliyor, ancak onu anlamlı şekilde işleyemiyorlar. Bu durum “Çabalıyorum ama gelişemiyorum” hissini doğuruyor ve zamanla içsel motivasyonu zedeliyor.
Motivasyon kaybının bir diğer kaynağı ise aile ve toplum baskısıdır. Birçok öğrenci, kendi hayalini değil ailesinin ya da çevresinin beklentilerini gerçekleştirmeye çalışıyor. Bu durumda ders çalışmak, bireysel bir hedef değil, dış baskıdan kaçış haline geliyor. Bu durumu yaşayan öğrencilerde zamanla içsel motivasyon tamamen kayboluyor ve öğrenme süreci keyifli bir deneyim olmaktan çıkıyor.
Tüm bunların yanı sıra, eğitim ortamının niteliği de motivasyon üzerinde belirleyici bir etkendir. Öğrencinin kendini değerli hissettiği, fikirlerini ifade edebildiği bir ortam öğrenme isteğini güçlendirir. Ne yazık ki birçok okulda hâlâ “ezber ve not odaklı” sistem baskındır. Öğrencinin aktif olarak katılamadığı, sadece dinleyici konumunda kaldığı dersler; zamanla isteksizlik ve yabancılaşma duygusunu artırır.
Lise ve üniversite öğrencilerindeki motivasyon kaybı, yalnızca bireysel çabanın eksikliğiyle açıklanamaz. Bu durum, eğitim sisteminden toplumsal beklentilere, dijital kültürden ekonomik koşullara kadar uzanan geniş bir çerçevenin sonucudur. Gerçek çözüm, öğrencinin neden öğrenmek istediğini yeniden hatırlamasını sağlamakla başlar. Okullar, sınav fabrikası olmaktan çıkıp öğrencinin kendini gerçekleştirebildiği alanlara dönüşmedikçe; motivasyon kaybı sadece öğrencilerin değil, toplumun da en büyük sorunlarından biri olmaya devam edecektir.
Kemal Duran
7 Ekim 2025